Ana içeriğe atla

“Pekâlâ, hayat neden yaşamaya değer?” Woody Allen ve Manhattan


Bugün, küçüklüğümden beri hayranı olduğum Woody Allen’ın filmlerinden Manhattan hakkında yazmak istedim. Manhattan, yapımcılığını Charles H. Joffe'un, yönetmenliğini Woody Allen'ın üstlendiği 1979 yapımı bir romantik komedi filmi. Oyuncu kadrosu Woody Allen, Diane Keaton, Michael Murphy, Mariel Hemingway, Meryl Streep ve Anne Byrne’dan oluşuyor. 


42 yaşında olan Isaac Davis (Woody Allen) televizyon işinden bir roman yazmak için ayrılmış bir adamdır. 17 yaşında, kendisine aşık olduğunu söyleyen Tracy adında güzel bir kızla çıkar. Fakat sonrasında en yakın arkadaşının metresi Mary’le tanışır (Diane Keaton) ve ondan çok etkilenir. Mary Wilke her şeyi karıştıran élément pérturbateur’dür. Agresif ve nevrotik bir gazetecidir. Birlikte güzel zaman geçirirler ama en son sahnede Isaac’in peşinden koştuğu kadın 17 yaşındaki Tracy’dir.



Film Gershwin’in Rhapsody in Blue’suyla başlar ve bu süreçten Manhattan’ı gösterir. Uzun bir süre boyunca bu şehri ve kalabalıklığını göstermesi insanı düşündürür. Bu büyük şehirde bir hiç olduğumuzu, sorunlarımızın aslında çok önemsiz olduğunu hissettirir bizlere. Woody Allen: “ Çıplak şehirde altı milyon hikaye var” diyerek bu savımızı güçlendirmiştir.

Manhattan Woody Allen’ın filmlerinde sıklıkla gördüğümüz bir teknikle oluşturulmuş. Film komedi filmi olmasına karşın hüznü de etkileyici bir şekilde yansıtabilmeyi başarmış. İnsanın zaafları, kırılganlığı, kaybetme ve ölme korkusu, kendini kandırması ve güvensizliği Woody Allen’ın zeki ve yaratıcı üslubuyla sergileniyor. Hayatı sadece güzellikleriyle değil tüm yanlarıyla gösteren bir filmdir Manhattan. Bu bağlamda Manhattan’ın yine Woody Allen’ın bir filmi olan Annie Hall ile benzer yanları vardır diyebiliriz. İkisi de gerçekçi romantik komedi filmleridir.



Filmde en başarılı bulduğum nokta filmin siyah-beyaz olmasına rağmen doğru ışık geçişleriyle başarılı bir görselliğin sağlanması. Özellikle Mary’nin Hudson Nehri’ne karşı oturduğu sahne ve Tracy’nin Isaac’in dairesinde kitap okurkenki sahnelerde doğru açılar kullanarak ışıklandırmayla izleyiciyi etkilemiştir Willis. Manhattan’ı bir de renkli hayal edin. Yine harika olurdu fakat görsel sihir eksik kalırdı. Willis’in sinematografisi bize gölge ve ışıkla oynayan müthiş görüntüler sunuyor.


Pekâlâ, hayat neden yaşamaya değer? diye bir sorgulamayla karşı karşıyayız. Isaac için 
  • Cezanne'in Elmalar ve Armutlar adlı tablosu
  • Groucho Marx 
  • Willie Mays
  • İkinci Jüpiter Senfoni Hareketi
  • Louis Armstrong’un Potatohead Blues albümü
  • İsveç filmleri
  • Flaubert’in Duygusal Eğitim adlı eseri
  • Marlon Brando
  • Frank Sinatra
  • Sam Wo’da yediği yengeçler
  • Tracy’nin yüzü hayatı yaşamaya değer kılan şeylerdir.


Manhattan’ı geleneksel romantik komedi filmlerinden ayıran bir sürü travmatik ögeyle karşılaşıyoruz. Bunlardan birincisi aldatma. Filmde karakterlerin birbiriyle ilişkisi çok fazla bu da büyük sorunlara yol açıyor. Isaac Tracy ile birlikteyken evli olan en yakın arkadaşı Yale, Mary adlı bir kadınla flört ediyor. Sonrasında Mary ve Isaac’i tanıştırıyor, kaderin cilvesi işte. Başta Mary, Isaac’in sanat zevkini eleştirerek Isaac’in en sevdiği film yönetmeni Ingmar Bergman’ı küçümseyerek aralarındaki küçük kıvılcımı ateşliyor. Bu yakınlık arkadaşlıktan öteye gidiyor. Isaac ise Yale karısına daha fazla sadakatsiz olmayı bırakmadan önce adım atmak istemiyor.


Isaac’in güvensizlikleri ve ölüm korkusu da filmde büyük bir önem taşıyor. Hiç kimseye kendini teslim edemeyen Isaac’e Mary: “Artık insanlara güvenmeyi öğrenmelisin.” diyerek ona öğütte bulunuyor. Isaac’in ölüm korkusunu en küçük esprisinde bile görebiliyoruz. Yale ile konuşmaya gittiğinde girdiği biyoloji sınıfındaki iskeletle yan yana duruyor. Woody Allen’ın vermek istediği mesajlardan bir tanesi. Ölümden çok korkuyor;  bunu şu sözlerinden anlayabiliriz: “Bir gün bu iskelet gibi sınıfa asılacağım. Bir gün onun gibi olacağız. O da muhtemelen güzel bir insandı.” 


Geleneksel romantik komediler bir ilişkinin detaylarına girer, birinin diğerine aşkını itiraf etmesiyle zirve yapar ve finalde evlilik töreniyle biter. Isaac ve Mary’nin ilişkisinin sadece romantik taraflarını göstermek yerine olaylardan sonra geriye dönüp analizler yapar, Annie Hall’da olduğu gibi. Filmin son sahnesinde Mary yoktur. Alışılmış romantik komedilerde görülen, iki aşığın öpüştüğü mutlu bir pop şarkısıyla sonlanan bir film değildir bu. Onun yerine baş kahramanın kendini ve isteklerini sorguladığı, bir şekilde yanına geldiği kadını gerçekten sevip sevmediği hakkında çelişkiye düştüğü bir filmdir Manhattan. Hayatın gerçeklerini çok güzel yakalamış ve başarıyla yansıtmıştır. Seyirci filmde kendisini bulabildiği için, kendini filmdeki karakter olarak benimseyebildiği için Manhattan çok başarılı bir filmdir. Woody Allen’ın en sevdiğim ilk 3 filmine girer kesinlikle.


Faydalı Linkler:

B



Yorumlar

  1. Hey, I even have looking your article and that helped me to put in writing my article about what kind of fruit is an apple you want to have a test on my article.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

‘SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ’ ADLI ROMANIN İNCELENMESİ

ESER İNCELEMEYE HAZIRLIK AŞAMASI Eserdeki zaman, mekân:       ZAMAN: Romanın birinci kısmı olan ‘Büyük Ümitler’ Tanzimat öncesini konu alırken ‘Küçük Hakikatler’ ve ‘Sabaha Doğru’ bölümleri Tanzimat dönemini, son bölüm olan ‘Her Mevsimin Bir Sonu Vardır’ ise Cumhuriyet döneminin başlarını ve devamını işler. MEKAN: Hayri İrdal’ın bir mekana ait hissedemeyişi ilk olarak çocukluğunun geçtiği ev de başlar. Başta Mübarek adlı ayaklı duvar saati olmak üzere duvarlardaki küçüklü büyüklü yazı levhaları, yerdeki hasırlar, onların serin ve rutubetli kokusu, oda ve merdiven kapılarındaki kalın perdeler, caminin yanı başındaki evlerine küçük bir mescit hâli verir (sayfa 24-25). Aile fertlerinin, özellikle babasının da rahatsız olduğu bu durum, Hayri İrdal’ın evden uzaklaşıp başka ortamlara girip çıkmasına sebep olur. Hayri İrdal, askerden döndükten sonra kalmaya başladığı Abdüsselam Bey’in konağı nda eşiyle birlikte istemeye istemeye yaşar. Bunun yanında konaktaki huzursuzluklarının d

L’ANALYSE DU CHANSON “LE VENT NOUS PORTERA” - NOIR DESIR

Noir Désir est un groupe de rock français originaire de Bordeaux, formé dans les années 1980 et dissous en 2010. Il se compose de Bertrand Cantat (chant, guitare et harmonica), Denis Barthe (batterie), Serge Teyssot-Gay (guitare) et Frédéric Vidalenc (basse) remplacé par Jean-Paul Roy à partir de 1996. Noir Desir - Le Vent Nous Portera Je n'ai pas peur de la route Faudrait voir, faut qu'on y goûte Des méandres au creux des reins Et tout ira bien **Le vent l’emportera 1.STROPHE Dans cette strophe il existe 3 vers de 7 syllabes et un de 5 syllabes donc c’est une strophe irrégulière. Il y a des rimes plats: “route/goute” “reins/bien”. “Reins/bien” sont des rimes pauvres; “route/goute” sont des rimes suffisantes. Cette strophe est une quatrain. On voit allitération en ‘r’. “Je n'ai pas peur de la route” nous montre qu’elle est courageuse; on comprend la naïveté et l’insouciance de la jeunesse. Elle a aussi envie de découvrir de partir à l’a

“SAVAŞ BARIŞTIR ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR CAHİLLİK GÜÇTÜR”

Sıklıkla tekrarlanan bu sözler George Orwell ’ın kült kitabı, roman türüne  farklı bir boyut katmış olan 1984 ‘e ait. Güncelliğini hiç yitirmeyeceğine inandığım, bizlere bir ikaz lambası olan bu kitap hakkında yorum yapmadan duramadım.  Öncelikle bu kitabın sivrilen özelliği günümüz dünyasının ve geleceğin en yalın gerçeklerini çarpıcı bir şekilde okuyucuyla buluşturması. Birçok yeni kavramla karşılaştığım bu kitap,  çağa ayak uydurabilmiş ve uzun süre raflardan kalkmayacak bir eser. Bağnazlık kavramı ise bu romanın anahtar kelimelerinden. Bağnaz insanlar toplumsal olaylarla yeteri kadar ilgilenemedikleri için kendilerine dayatılan bütün gerçeklere gözleri kapalı inanıyorlar; belki de içten içe işlerine geliyor. Bir nevi at gözlüğü takıyorlar; çarpıtılan gerçekler onların beyinlerine bir flash bellekle aktarılıyor sanki. Böylelikle hiç düşünmelerine gerek kalmıyor; kendi beyinlerini Parti ’ye teslim edip mışıl mışıl uyuyorlar. Kanımca böyle insanların delirmesi y

ÇOK AZ BİLİNEN MÜNAZARA TEKNİKLERİNİ ÖĞRENMEK İSTER MİSİNİZ???

Buyrun gelin!.. Galatasaray Üniversitesi’nde katıldığım bir konferanstan aldığım notları sizin için derledim. Keyifli okumalar… B HSK: Uyuşturucu kullanmak serbest olmalıdır.  Örn: Hollanda’da serbest, Hollanda gelişmiş bir ülke->        Argüman değil,örnek. Bir zevktir, devlet karışamaz             ->   Ne değişecek? Yasak meyve,cezbedici                   -> Nasıl etkilenecek? Bireysel özgürlükKim etkilenecek?                                                           ->       KÖTÜ                   -> İYİ                                           alışkanlık/bağımlılık                                           sağlık problemleri                                           saldırgan davranışlar                                           toplum düzenini bozma Mantık zinciri kurabilmek! Önemli noktaları anlatabilmek! Teknik altyapı soruları sormak ve cevaplandırmak Konu verildikten sonra karşı takımla konuşmak uygun değil! Veri

BAUDELAIRE “AŞIKLARIN ÖLÜMÜ” ŞİİR İNCELEMESİ

Charles Baudelaire (1821 – 1867 ) 19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerindendir.  “Aşıkların Ölümü (La Mort Des Amants)” 9 Nisan 1851’de “ Topluluğun Mesajı ”nda  Charles Baudelaire ’in “ Kötülük Çiçekleri ” nin ölümü anlatan 5. bölümünü açmıştır. Şair  ölümün tek gerçeklik olduğunu  göstermiştir.  Aşıkların Ölümü Yatağımız olacak ,hafif kokuyla dolu,  Divanımız olacak ,bir mezar gibi derin;  Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin  O garip çiçekleri süsleyecek konsolu.  Son sıcaklıklarını sarf ederek hovarda,  Birer ulu meşale olacak kalplerimiz;  Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz  İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda.  Pembe, lahuti mavi bir akşam saatinde,  Veda'la dolu, uzun bir hıçkırık halinde  Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri;  Nihayet kapıları biraz aralayarak,  Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak  Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri Charles Baudelaire La mort des amants Nous aurons de

TEXTE ARGUMENTATIF SUR LES INNOVATIONS TECHNOLOGIQUES

  (version  française)       L‘homme a toujours eu la tentation d’explorer, de créer quelque chose de nouveau, de developper sa façon de vivre et de dépasser ses limites… Actuellement, la presence des innovations technologiques dans nos vies est en plein essor. On peut des lors se poser la question suivante: “ Les innovations technologiques sont-elles nécessaires a l’avenir de l’humanité?” Dans un premier temps on parlera des avantages des innovations technologiques et puis nous montrerons les risques lorsqu’elles sont mal utili sées.        Les innovations technologiques permettent de nombreux avantages pour l’avenir de l’humanite.     Tout d’abord, les innovations technologiques participent au progrès de la médecine. En effet, elles donnent l’occasion aux médecins de mieux analyser les problèmes du patient par consequent les médecins peuvent soigner plus efficacement la maladie. Par exemple, les radiographies, les ultrasons et les IRM permettent l’analyse des maladie

Pablo Neruda “Bu Gece En Hüzünlü Şiiri Yazabilirim” Şiir İncelemesi

Asıl adı Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto olan şair ve yazar Pablo Neruda , 12 Temmuz 1904 tarihinde Şili- Parral’da dünyaya gelmiştir. Babası bir demiryolu işçisi olan Neruda’’nın, annesi bir öğretmen olup; daha  çok küçük yaşta iken vefat etmiştir.  Pablo Neruda, edebiyata olan yatkınlığını diğer şair ve yazarlara oranla çok daha küçük bir yaşta belli etmiştir. Bu Gece En Hüzünlü Şiiri Yazabilirim Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu  Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı. 1-5. mısralar Şiir “Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim” dizesiyle başlıyor ve tüm şiir boyunca tekrar ediyor.  Gece hayali bir öge. Gece hem güzel hem de aldatıcı olabilir, Neruda burada ilişkisini geceye benzetmiş olabilir. “S” aliterasyonu gecenin sessizliğini yansıtıyor.  Bu dizeler aynı zamanda doğanın görüntülerini içeriyor: “yıldız, rüzgar, gök”   Bu görüntüler hatıralarına ve şu anki

"Hey Cesur Yeni Dünya ki içinde böyle insanlar var!"

Aldous Huxley 26. Yüzyılın distopyasını anlatır Cesur Yeni Dünya'da. Hazcılık ilkesine göre hareket eden bir toplum yaratılmıştır. Toplum her açıdan kontrol altında tutulmuştur. Üreme, bedensel zevkler, insan ilişkileri... hepsi mükemmelleştirilmiştir. Mükemmelleştirilirken ise insani yanından uzaklaşmıştır. Yeni Dünya'da tanrı Ford'dur. Her şey belirli bir kurallar bütününe göre düzenlenmiş, insanlar sisteme uydurulmuş, uyuşturulmuştur. Manevi değerler ise yok olmuştur. Aile yoktur. Felsefe, sanat, edebiyat hepsi tehdit olarak algılanıp hafızalardan silinmiştir. Herkesin kesin olarak mutlu olduğu bir dünya vardır. Tek amaç stabil kalmaktır. "İstikrar" dedi Denetçi, "istikrar". Toplumsal istikrar olmadan uygarlık olmaz. Bireysel istikrar olmadan da toplumsal istikrar olmaz." Cesur Yeni Dünya toplumsal refahın bilimle, hipnodedyayla-uykuda eğitimle-, toplu doğumlarla, sınırsız tüketimle, mutluluk veren soma hapıyla, insanlara cins

HERMAPHRODITE

1.  Hermaphrodite   is used to describe any person incompatible with the biological   gender binary but in medicine, it has recently been replaced by   intersex. 2.  Humans with typical reproductive organs but atypical clitoris/penis are called pseudohermaphrodites in medical literature.  3.  Pseudohermaphroditism also refers to a human possessing both the clitoris and testicles. 4.  This typically means that the organs on the inside are of one sex, while the organs on the outside are of another sex; for example, a hermaphrodite might have a penis and testicles, but inside, there are ovaries and possibly a uterus. 5.  In more rare cases, the chromosomes say a person is male or female, but the genitals say otherwise. 6.  In many of these cases, the doctors aren’t sure which genitalia the person has a