Ana içeriğe atla

“I want you to hit me as hard as you can.” -Tyler Durden


Fight Club kapitalizmin belirlediği sınırlar içinde tutsak kalmış, yaşamını monoton bir şekilde devam ettirmeye çalışan insanın, kendisiyle savaşması ve kendini gerçekleştirmesini anlatır.  İnsanoğlunun ev, araba, eşya, yiyecek, giyecek, sevgili ve sosyal aktiviteler konusunda sürekli bir “dayatma”ya maruz kalmasından bahseder. İnsan, ancak alter egosunu dinleyip, sınırların dışına çıkabildiğinde kendini gerçekleştirebilir.




 Narrator'umuz bir masa başı çalışanıdır. İşi gereği geziler yapar, bu gezilerinde "tek kişilik süt", "tek kişilik zeytinyağı", tek kişilik şampuan", "tek kullanımlık arkadaşlara" dikkat çeker. İnsanları nasıl bireyselleştirmeye çalıştıklarının bir göstergesidir bu. Asla paylaşmayan, tek başına yaşayan insanları temsil eder. Tek kullanımlık arkadaşlıklardan bahsederken insanı insan yapan değerlerden bir bir vazgeçtiğimizi belirtir. Bir dosta gösterilen sadakat, sevme sevilme, uzun süreli arkadaşlıkların yerini yeni dünyayla birlikte tek günlük arkadaşlıklar almıştır. Anlatıcının Ikea'dan almak istediği mobilyalar, içtiği Starbucks kahvesi, giydiği CK t-shirtler, ayakkabılar ve daha bir çoğu… insanı stereotipleştirmeye yönelik hareketlerdir. 




Etimolojik olarak stereos (katı) ve typos (nitelik, tip) sözcüklerinden oluşan stereotip terimi, ilk kez 'kafamızdaki imajlar'a işaret etmek üzere ortaya atılmıştır. Stereotip terimi, genel olarak diğer insanları içine yerleştirdiğimiz kategorileri ifade etmektedir. Bu çerçevede, stereotipler, diğer bir bireyi veya bireyler grubunu tanımlamak için kullandığımız basitleştirilmiş betimsel kategoriler olarak tanımlanabilir. Calvin Klein ayakkabı giyip son model spor arabasına binen insanlar bu sisteme bilinçsizce ayak uydururlar. Kapitalist sistemin çizdiği sınırlar içinde, duvarlarını yıkamayan insan bir kafeste gibidir. Seçenekleri başkaları tarafından belirlenmiştir, insanın özgür iradesi diye bir kavram kalmamıştır. 






"Fight Club= Kendi benliğinle savaş"



Filmde anlam genellikle, sahne aralarındaki, replikler arasındaki ve fotoğraflar arasındaki alanlar, geçişler ve çarpışmalar yoluyla izleyiciye iletiliyor. Cümleler arasındaki boşluklar ya da filmdeki kesitler en az cümleler ve sahneler kadar anlam taşıyor. Burada da "Postmodern Film" terimi karşımıza çıkıyor. David Fincher, anlatımı toplum ve toplum içinde yer alan bireyi konu alarak sağlıyor.



Postmodernizm denince şizofrene ulaşılır. Şiddet, cinsellik ve hazdan örülü şizofren, postmodernizmin ve postmodern filmlerdeki karakterlerin genel bir silueti olarak karşımıza çıkmaktadır. Şizofren karakter konusunda Bağcı şunları söylemektedir:

“Postmodernistin şizofrenik bilincinde çokluk, ayrışıklık, parçalılık hâkimdir, nesnel gerçek diye bir şey yoktur; yalnızca öznel kuruntulardan ve takıntılardan pekinlikle bahsedebiliriz” (Bağcı,2011).



 Şizofren karakterin algısıyla allak bullak olan nesnel gerçeklik, sınırsız arzu, cinsellik ve şiddet, postmodern filmlerin bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Şizofren, postmodern bir şuur dışılıkla modern akılcılığın karşısında durmaktadır. Postmodern parçalılığı, belirsizliği ve gerçeğin gerçek olmayanla iç içe geçmesini sağlayan şizofren, postmodern algının kurgulanmasında öne çıkan araçlardan birisi olarak görülmektedir.



Narrator’umuz güçsüz bir erkektir ve güçsüz erkek postmodern filmlerde sıklıkla görülen bir tiplemedir. Güçsüz erkeğin kendi takıntılarını, duygusal çöküntülerini yatıştıracak bir dış kaynağa, fetiş bir nesneye ihtiyaç duyarlar. Bu bağlamda bir şizofren olan Narrator'umuzun yukarıdaki tanımlamaya uyan bir alt karakterini yaratmasından söz edebiliriz. Tyler Durden adlı karakter sonsuz, özgür ve başına buyruktur, arzusu sınırsızdır ve istediği her şeyi yapmak ister. Kurduğu Fight Club ile yıllardır bastırdığı vahşiliğini ve cinsel arzusunun ne kadar güçlü olduğunu görebiliriz. İd’yi zevk temelli bir istekler ve aşırı ısrarcı temel enerjinin çıkış noktası olarak tanımlayabiliriz. Temel ve en ilkel benliktir. Ana kaynağı cinsellik, açlık gibi ihtiyaçların en bencilce doyurulmasıdır. Kahramanımız id sini bastırmak için şiddete başvurur ve böylece kendini rahatlatır.




Postmodern olarak tanımlanan filmlerde görülen özelliklerden birisi de kurgunun hikâyenin ardışık düzenini parçalamak için kullanılmasıdır. Modern anlatının başlangıç, ilerleme ve son şeklinde kurguladığı hikâye postmodern öğeler taşıyan filmlerde anlamı zorlaştıracak bir parçalı anlatıyla verilmekte, hatta bazen birbiriyle ilişkisi olmayan parçalar film içerisinde yer almaktadır. Geçmişe ait olan bu günle birleşmekte zaman ve mekânın değişkenliğiyle tarihsellik ortadan kalkmaktadır.


Fight Club’ın jeneriği postmodern bir anlayışla video klip mantığıyla bilgisayar ortamında hazırlanmış bir beyin animasyonu şeklindedir. Kamera Narrator’ın (Edward Norton) beyninde dolaşarak onun kafasından dışarı çıkar, daha sonra ağzına silah doğrultulmuş Narrator ile kendisi tarafından tanıştırılırız. Filmin açılış sahnesi klasik anlatı sinemasının özelliklerinin tamamen dışında gözükmektedir ve tamamen postmodernist bir estetikte tasarlanmıştır.


Postmodernizmin sinemaya yansıyan özellikleri genel olarak şöyle sıralanmıştır: "Nostaljik; geçmişe duyulan tutucu özlem; geçmiş ve şimdi arasındaki sınırların silinmesiyle oluşan birleşme; gerçek ve onun yeniden sunumlarıyla ilgilenme; açık bir pornografi, cinsellik ve arzunun metalaşması..." (Büyükdüvenci ve Öztürk, 1997: 23) Bununla birlikte "vurgunun içerikten biçeme kayması, sinemada klasik gerçekçi anlatının yerine görüntüye kayan bir temsil sinemasının önem kazanması; zamanın sürekli bir şimdi içinde hapsolması, eril kültürel düşünceler dizisini somutlaştıran tüketim kültürü, endişeyle, yabancılaşmaya, öfkeyle ve  başkalarından kopuşla biçimlenen yaşantıların sanatsal üretimlerde temsil edilmesi” (Karadoğan, 2005: 143)




    Fight Club'da Narrator'umuzun alter egosu Tyler Durden karakteridir.
Alter ego ikinci bir benliktir. Bir insanın orjinal ve normal kişiliğinden farklıdır. Alter egoya sahip insanın iki hayatı olduğuna inanılır. Alter egonun anlamına edebi analizlerde rastlarız. Bu analizlerde psikolojik olarak benzer karakterler ya da yazarın düşüncelerini sembolize eden bir kurgusal karakter tasvir edilir. Ayrıca karakterin en yakın arkadaşı olarak da tanımlanabilir. Comic book larda süper kahramanlar ve onların gizli kimlikleri alter ego olarak kabul edilir. Bu filmde karşılaştığımız durum, Superman filminde Clark Kent karakteriyle benzerdir.






Üstinsan kavramı çıkıyor karşımıza. Anlatıcımız Fight Club'da kendi benliğiyle savaşarak en sonunda kendini yener. Böylece bir üst insan seviyesine ulaşır. Bu da bizi Tyler Durden öldüğünde anlatıcının ölmemesinin nedenini açıklar. Anlatıcı artık bir süper insandır.
Üstinsan, Alman düşünür Friedrich Nietzsche'nin gelecekteki insan öngörüsüdür. İnsan evriminin sonraki aşaması olarak düşünür. 1883’te yayımlanan Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitabında bahsetmiştir.  



Ona göre üstinsan, insanoğlunun amacıdır. İnsan aşılması gereken bir varlıktır. Her varlık kendisinden üstün bir şey yaratmıştır: insanın da kendisini aşması gerekir. Maymun, insanın gözünde ne ise, insan da üstinsanın gözünde o olmalıdır. Dünyanın varlığının amacı üstinsandır. Çünkü insana yakışan güçlü, korkusuz ve acımasız olmaktır. Üstinsan insanlığa yeni değerler, yeni hedefler ve yeni düşünceler getirecektir. Güçlü ve bağımsız insanların egemenliği, hayvan sürüsü gibi şekillenen insanlık için bir ilerleme olanağıdır. Yığın kendini feda ederek, üstinsanı arzulayacaktır.
 Üstinsan, Nietzsche’nin son insan adını verdiği pasif ve bıkkın insanın, amaçlar belirleme ve değerler yaratma gücünden yoksun kişinin, tam zıddıdır.


Konformist, Uymacı, uyumlu anlamına gelen sıfat. "Sorgulamadan itaat eden", 'boyun eğen", intibak eden, uyum sağlamış anlamlarına gelir. Filmde insanların rahatlığa alışmasına, düşünmemesine, sorgulamamasına bir eleştiri yapar Chuck Palahniuk. İnsanlar evden işe işten eve bir hayat yaşamaktadırlar. Olayları sorgulamazlar. Duyduklarını benimserler. Kendilerine ait kritik bir düşünceleri yoktur. Fight Club konformizm anlayışına karşı açılan bir savaştır. Benliğinle savaşarak kendini gerçekleştirmeyi amaçlar.




Film hakkında az bilinenler:
  • Yönetmen David Fincher, film çekiminde normal miktarının 3 katı miktarda film makarası kullanmıştır. Bu da tam olarak 1500 adet makara filmle eşdeğerdir.

  • Film sübliminal mesajlar içermekte gibi yorumlansada, aslında Anlatıcı'nın görüş açısıyla bakıldığında, var olup kaybolan Tyler'un halüsilasyonudur. Filmin 21.dakikasından sonra, Anlatıcı'nın gözüyle bakıldığında artık hiçbir yerde Tyler'ın halüsinasyonu yoktur. Çünkü anlatıcı artık derin bir Şizofreni hastası olmuş, Tyler ile tanışmıştır. Sadece filmin 30-32'inci dakikaları arasında sübliminal mesaj içeren filmlerin nasıl yapıldığına dair izleyicilere uyarı gönderilir.

  • Yönetmen David Fincher bir röportajında filmin hemen hemen her sahnesinde en az 1 tane starbucks bardağı olduğunu belirtmiştir.

  • Filmin 70 ve 75. dakikaları arası Lou'nun Tyler'ı dövdüğü sahnede Lou Tyler'ın neresine vurursa Anlatıcıda Tyler Durden'la aynı tepkiyi verir.

  • Boyu 1.57 cm olan Helena Bonham Carter, 1.83 Edward Norton ve 1.80 cm olan Brad Pitt'e yaklaşabilmek için devasa platform topuklar giymiştir




Nietzsche ve Felsefe – Deleuze
http://www.dmy.info/ustinsan-nedir-nietzsche/
Sinemada Postmodern Arayışlar - Naci İSPİR - Zekeriya KAYA
KOÇAK,Dilek Özhan, SİNEMADA POSTMODERNİZM 
BAUDRILLARD, Jean (1998), Simülakrlar ve Simülasyon, Çev. Oğuz Adanır, İzmir: Dokuz Eylül Yayınları .
https://en.wikipedia.org/wiki/Stereotype
https://tr.wikipedia.org/wiki/Dövüş_Kulübü_(film)
https://books.google.com.tr/books?hl=tr&lr=&id=VWNHAQAAQBAJ&oi=fnd&pg=PP1&dq=postmodern+film&ots=gE3G1SapuA&sig=cnyGA5Ya825u938pVRE_iXEyDxE&redir_esc=y#v=onepage&q=postmodern%20film&f=false
http://stereotip.nedir.org
https://en.wikipedia.org/wiki/Postmodernist_film
Irving B. Weiner, Donald K. Freedheim (2003). Handbook of Psychology. John Wiley and Sons.


"Alter Ego". Collins English Dictionary - Complete and Unabridged 10th Edition. William Collins Sons & Co. Ltd. 2009. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

‘SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ’ ADLI ROMANIN İNCELENMESİ

ESER İNCELEMEYE HAZIRLIK AŞAMASI Eserdeki zaman, mekân:       ZAMAN: Romanın birinci kısmı olan ‘Büyük Ümitler’ Tanzimat öncesini konu alırken ‘Küçük Hakikatler’ ve ‘Sabaha Doğru’ bölümleri Tanzimat dönemini, son bölüm olan ‘Her Mevsimin Bir Sonu Vardır’ ise Cumhuriyet döneminin başlarını ve devamını işler. MEKAN: Hayri İrdal’ın bir mekana ait hissedemeyişi ilk olarak çocukluğunun geçtiği ev de başlar. Başta Mübarek adlı ayaklı duvar saati olmak üzere duvarlardaki küçüklü büyüklü yazı levhaları, yerdeki hasırlar, onların serin ve rutubetli kokusu, oda ve merdiven kapılarındaki kalın perdeler, caminin yanı başındaki evlerine küçük bir mescit hâli verir (sayfa 24-25). Aile fertlerinin, özellikle babasının da rahatsız olduğu bu durum, Hayri İrdal’ın evden uzaklaşıp başka ortamlara girip çıkmasına sebep olur. Hayri İrdal, askerden döndükten sonra kalmaya başladığı Abdüsselam Bey’in konağı nda eşiyle birlikte istemeye istemeye yaşar. Bunun yanında konaktaki huzursuzluklarının d

L’ANALYSE DU CHANSON “LE VENT NOUS PORTERA” - NOIR DESIR

Noir Désir est un groupe de rock français originaire de Bordeaux, formé dans les années 1980 et dissous en 2010. Il se compose de Bertrand Cantat (chant, guitare et harmonica), Denis Barthe (batterie), Serge Teyssot-Gay (guitare) et Frédéric Vidalenc (basse) remplacé par Jean-Paul Roy à partir de 1996. Noir Desir - Le Vent Nous Portera Je n'ai pas peur de la route Faudrait voir, faut qu'on y goûte Des méandres au creux des reins Et tout ira bien **Le vent l’emportera 1.STROPHE Dans cette strophe il existe 3 vers de 7 syllabes et un de 5 syllabes donc c’est une strophe irrégulière. Il y a des rimes plats: “route/goute” “reins/bien”. “Reins/bien” sont des rimes pauvres; “route/goute” sont des rimes suffisantes. Cette strophe est une quatrain. On voit allitération en ‘r’. “Je n'ai pas peur de la route” nous montre qu’elle est courageuse; on comprend la naïveté et l’insouciance de la jeunesse. Elle a aussi envie de découvrir de partir à l’a

“SAVAŞ BARIŞTIR ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR CAHİLLİK GÜÇTÜR”

Sıklıkla tekrarlanan bu sözler George Orwell ’ın kült kitabı, roman türüne  farklı bir boyut katmış olan 1984 ‘e ait. Güncelliğini hiç yitirmeyeceğine inandığım, bizlere bir ikaz lambası olan bu kitap hakkında yorum yapmadan duramadım.  Öncelikle bu kitabın sivrilen özelliği günümüz dünyasının ve geleceğin en yalın gerçeklerini çarpıcı bir şekilde okuyucuyla buluşturması. Birçok yeni kavramla karşılaştığım bu kitap,  çağa ayak uydurabilmiş ve uzun süre raflardan kalkmayacak bir eser. Bağnazlık kavramı ise bu romanın anahtar kelimelerinden. Bağnaz insanlar toplumsal olaylarla yeteri kadar ilgilenemedikleri için kendilerine dayatılan bütün gerçeklere gözleri kapalı inanıyorlar; belki de içten içe işlerine geliyor. Bir nevi at gözlüğü takıyorlar; çarpıtılan gerçekler onların beyinlerine bir flash bellekle aktarılıyor sanki. Böylelikle hiç düşünmelerine gerek kalmıyor; kendi beyinlerini Parti ’ye teslim edip mışıl mışıl uyuyorlar. Kanımca böyle insanların delirmesi y

ÇOK AZ BİLİNEN MÜNAZARA TEKNİKLERİNİ ÖĞRENMEK İSTER MİSİNİZ???

Buyrun gelin!.. Galatasaray Üniversitesi’nde katıldığım bir konferanstan aldığım notları sizin için derledim. Keyifli okumalar… B HSK: Uyuşturucu kullanmak serbest olmalıdır.  Örn: Hollanda’da serbest, Hollanda gelişmiş bir ülke->        Argüman değil,örnek. Bir zevktir, devlet karışamaz             ->   Ne değişecek? Yasak meyve,cezbedici                   -> Nasıl etkilenecek? Bireysel özgürlükKim etkilenecek?                                                           ->       KÖTÜ                   -> İYİ                                           alışkanlık/bağımlılık                                           sağlık problemleri                                           saldırgan davranışlar                                           toplum düzenini bozma Mantık zinciri kurabilmek! Önemli noktaları anlatabilmek! Teknik altyapı soruları sormak ve cevaplandırmak Konu verildikten sonra karşı takımla konuşmak uygun değil! Veri

BAUDELAIRE “AŞIKLARIN ÖLÜMÜ” ŞİİR İNCELEMESİ

Charles Baudelaire (1821 – 1867 ) 19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerindendir.  “Aşıkların Ölümü (La Mort Des Amants)” 9 Nisan 1851’de “ Topluluğun Mesajı ”nda  Charles Baudelaire ’in “ Kötülük Çiçekleri ” nin ölümü anlatan 5. bölümünü açmıştır. Şair  ölümün tek gerçeklik olduğunu  göstermiştir.  Aşıkların Ölümü Yatağımız olacak ,hafif kokuyla dolu,  Divanımız olacak ,bir mezar gibi derin;  Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin  O garip çiçekleri süsleyecek konsolu.  Son sıcaklıklarını sarf ederek hovarda,  Birer ulu meşale olacak kalplerimiz;  Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz  İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda.  Pembe, lahuti mavi bir akşam saatinde,  Veda'la dolu, uzun bir hıçkırık halinde  Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri;  Nihayet kapıları biraz aralayarak,  Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak  Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri Charles Baudelaire La mort des amants Nous aurons de

TEXTE ARGUMENTATIF SUR LES INNOVATIONS TECHNOLOGIQUES

  (version  française)       L‘homme a toujours eu la tentation d’explorer, de créer quelque chose de nouveau, de developper sa façon de vivre et de dépasser ses limites… Actuellement, la presence des innovations technologiques dans nos vies est en plein essor. On peut des lors se poser la question suivante: “ Les innovations technologiques sont-elles nécessaires a l’avenir de l’humanité?” Dans un premier temps on parlera des avantages des innovations technologiques et puis nous montrerons les risques lorsqu’elles sont mal utili sées.        Les innovations technologiques permettent de nombreux avantages pour l’avenir de l’humanite.     Tout d’abord, les innovations technologiques participent au progrès de la médecine. En effet, elles donnent l’occasion aux médecins de mieux analyser les problèmes du patient par consequent les médecins peuvent soigner plus efficacement la maladie. Par exemple, les radiographies, les ultrasons et les IRM permettent l’analyse des maladie

“Pekâlâ, hayat neden yaşamaya değer?” Woody Allen ve Manhattan

Bugün, küçüklüğümden beri hayranı olduğum Woody Allen ’ın filmlerinden Manhattan hakkında yazmak istedim. Manhattan, yapımcılığını Charles H. Joffe 'un, yönetmenliğini Woody Allen 'ın üstlendiği 1979 yapımı bir romantik komedi filmi. Oyuncu kadrosu Woody Allen, Diane Keaton, Michael Murphy, Mariel Hem ingway, Meryl Streep ve Anne Byrne ’dan oluşuyor.   42 yaşında olan Isaac Davis (Woody Allen) televizyon işinden bir roman yazmak için ayrılmış bir adamdır. 17 yaşında, kendisine aşık olduğunu söyleyen Tracy adında güzel bir kızla çıkar. Fakat sonrasında en yakın arkadaşının metresi Mary’le tanışır (Diane Keaton) ve ondan çok etkilenir. Mary Wilke her şeyi karıştıran élément pérturbateur ’dür. Agresif ve nevrotik bir gazetecidir. Birlikte güzel zaman geçirirler ama en son sahnede Isaac’in peşinden koştuğu kadın 17 yaşındaki Tracy’dir. Film Gershwin’in Rhapsody in Blue ’suyla başlar ve bu süreçten Manhattan’ı gösterir. Uzun bir süre boyunca bu şehri ve ka

Pablo Neruda “Bu Gece En Hüzünlü Şiiri Yazabilirim” Şiir İncelemesi

Asıl adı Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto olan şair ve yazar Pablo Neruda , 12 Temmuz 1904 tarihinde Şili- Parral’da dünyaya gelmiştir. Babası bir demiryolu işçisi olan Neruda’’nın, annesi bir öğretmen olup; daha  çok küçük yaşta iken vefat etmiştir.  Pablo Neruda, edebiyata olan yatkınlığını diğer şair ve yazarlara oranla çok daha küçük bir yaşta belli etmiştir. Bu Gece En Hüzünlü Şiiri Yazabilirim Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu  Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı. 1-5. mısralar Şiir “Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim” dizesiyle başlıyor ve tüm şiir boyunca tekrar ediyor.  Gece hayali bir öge. Gece hem güzel hem de aldatıcı olabilir, Neruda burada ilişkisini geceye benzetmiş olabilir. “S” aliterasyonu gecenin sessizliğini yansıtıyor.  Bu dizeler aynı zamanda doğanın görüntülerini içeriyor: “yıldız, rüzgar, gök”   Bu görüntüler hatıralarına ve şu anki

"Hey Cesur Yeni Dünya ki içinde böyle insanlar var!"

Aldous Huxley 26. Yüzyılın distopyasını anlatır Cesur Yeni Dünya'da. Hazcılık ilkesine göre hareket eden bir toplum yaratılmıştır. Toplum her açıdan kontrol altında tutulmuştur. Üreme, bedensel zevkler, insan ilişkileri... hepsi mükemmelleştirilmiştir. Mükemmelleştirilirken ise insani yanından uzaklaşmıştır. Yeni Dünya'da tanrı Ford'dur. Her şey belirli bir kurallar bütününe göre düzenlenmiş, insanlar sisteme uydurulmuş, uyuşturulmuştur. Manevi değerler ise yok olmuştur. Aile yoktur. Felsefe, sanat, edebiyat hepsi tehdit olarak algılanıp hafızalardan silinmiştir. Herkesin kesin olarak mutlu olduğu bir dünya vardır. Tek amaç stabil kalmaktır. "İstikrar" dedi Denetçi, "istikrar". Toplumsal istikrar olmadan uygarlık olmaz. Bireysel istikrar olmadan da toplumsal istikrar olmaz." Cesur Yeni Dünya toplumsal refahın bilimle, hipnodedyayla-uykuda eğitimle-, toplu doğumlarla, sınırsız tüketimle, mutluluk veren soma hapıyla, insanlara cins

HERMAPHRODITE

1.  Hermaphrodite   is used to describe any person incompatible with the biological   gender binary but in medicine, it has recently been replaced by   intersex. 2.  Humans with typical reproductive organs but atypical clitoris/penis are called pseudohermaphrodites in medical literature.  3.  Pseudohermaphroditism also refers to a human possessing both the clitoris and testicles. 4.  This typically means that the organs on the inside are of one sex, while the organs on the outside are of another sex; for example, a hermaphrodite might have a penis and testicles, but inside, there are ovaries and possibly a uterus. 5.  In more rare cases, the chromosomes say a person is male or female, but the genitals say otherwise. 6.  In many of these cases, the doctors aren’t sure which genitalia the person has a